15 Şubat 2014 Cumartesi

=İyi ki Doğmuş Buket Doran=



Bugün 15 Şubat 2014; yani biricik Buket Doran'ın doğum günü.
Bu nedenle birkaç kelime etmek istedim sizlere…
Ben Buket’i tanıdığımda otuz dört yaşında, gencecik dünya tatlısı, ki hâlâ öyledir, bir kadındı. Bugün oldu kırk. Yıllar ne çabuk da geçti, hiç kimseye aldırmadan hayret ediyorum. 
Yıllardan 2008’di. Şebnem Ferah hayranlığının yanında, hatta itiraf etmem gerekirse, ondan da fazla bir Buket Doran tutkusu peyda olmaya başlamıştı içimde. İşte ben o zaman, sırf Buket’ten dolayı hep Otuz Dört olmak istedim. Ne güzel yaştı. 
Öyle çok seviyordum ki onu. Tanışmalıydım. Konuşmalıydım. Şebnem Ferah’ın 10 Mart Bostancı Gösteri Merkezi konserini bilen bilir. Efsane bi’ konserdir. O konserin DVD’sindeki röportajları izliyordum. Sıra Buket’e geldiğinde ben ilk kez sesini duydum. Hissettiklerimi anlatamam size. Bu nasıl tatlı bir sesti öyle? İşte ben o an, bu kadını daha da çok sevmiştim. İdolümdü. Ben de onun gibi ”dişi bir Basist” olacaktım. Bass tutkuydu. Bunun en büyük nedeni de hiç süphesiz Buket Doran’dı.
Günlerden bir gün bir şekilde telefon numarasına ulaştım. Hâlâ kullandığına ihtimal vermeyerekten, tüm cesaretimi toplayıp Buket’i aradım. İnanılır gibi değildi; telefon çalıyordu lâkin hiç kimse yanıtlamadı. Bir süre yılmadan aradım. O telefon hiç yanıtlanmadı. 
Bir yaz günü, tam da öğlen sıcağında, dışarıdayken öylesine bir aramak geldi içimden. Açılmayacağını biliyordum ama yine de aradım. Çaldı… Çaldı… Çaldı ve hiç beklemediğim bir anda Buket’in o tatlı sesiyle karşı karşıya kaldım :) Sersemlemiştim. Bir şeyler geveledim. Olağanüstü bir tatlılıkla, şu an bir görüşmede olduğunu, daha sonra konuşup konuşamayacağımızı sordu. Daha sonra mı? Buketle? Telefonu açması bile beni dünyalar kadar mutlu etmişti. Daha ne isterdim ki? Bir de daha sonra diyordu :) 
Telefonu kapattıktan sonra çığlık çığlığa yokuş yukarı, gideceğim yere kadar koştuğumu hatırlıyorum. Nasıl oldu da birilerine delice sarılıp öpmedim bilmiyorum. :)
Böylelikle seyrek de olsa ve kim olduğumu hatırlamasa da telefon konuşmalarımız oldu. Bayramlar ve özel günlerde mesaj atıyordum, ki hiç sevmem bayram mesajlarını, doğum günlerinde arıyordum.  Bununla birlikte hiç yüz yüze görüşme şansına erişememiştim.
Gittiğim konserlerde araya birilerini sokup hem ona hem de Şebnem Ferah’a mektuplar, melek kanatları yollardım. Ama bir türlü yüz yüze gelemedik, olmadı işte. Ta ki 14 Temmuz 2012’ye kadar.
*
Buket, kurs vermek adına kendine bir stüdyo açmıştı. Bir şubat ayında İstanbul’a gittiğimde, kar soğuk demeden fellik fellik stüdyosunu arayıp bulamamış ama yılmamıştım. Mutlaka ama mutlaka Buket’i görecektim.
Şubat geçti. Temmuz’da yeniden İstanbul’a gidecektim. Bu sıra da çok sevdiğim, mucize dediğim arkadaşım onun öğrencisiydi stüdyosunda. Araları da oldukça iyiydi. Şubatta başımdan geçen macerayı duyduğunda, beni Buket’e götürmeyi teklif etti! İnanamamıştım. Mucize gibiydi. Tabii ki kabul ettim. Ve 14.07.2012’de Buket’e kavuştum biricik Didem’im sayesinde :)
Sıkı sıkı tembihliydim delirmemek konusunda ama ölmeyeceğim konusunda emin olamıyordum. Boru değil söz konusu Buket Doran’dı, meleğimdi. Lâkin korktuğum başıma gelmedi.
Kapıyı açar açmaz öyle bir enerji yaydı ki; heyecan filan kalmadı. Gayet rahattım yanında. Varın siz düşünün ne kadar tatlı ve mütavazı olduğunu :) Sadece götürdüğüm onca şeye şaka yollu kızdı :D 
*
Kurgu açısından içler acısı, olaylar açısından da yüzeysel bir şekilde Buket’i anlattım size.
Gelelim bugüne…
Bu dünya tatlısı kadın bugün tam kırk oldu… İnanasım gelmiyor. Çünkü onu tanıdığım günden bugüne sanki daha da gençleşmiş. 
Hani MFÖ diyor ya hep yaşın on dokuz diye; onun gibi…
'Ne güzel şeysin sen hep yaşın otuz dört…”
Benim gözümde daima genç ve güzel.
Biricik Melek;
İyi ki bu dünyaya gelmişsin. Bugün ve bundan sonra istediğin her şey seninle olsun. Kocaman kocaman öpüldün.
Merak edenleriniz olur diye:
Bugün onu aramak yahut mesaj atmak yerine whatsapp aracılığıyla ses kaydı yolladım kendisine. 
Burada paylaşmak isterdim lâkin nasıl yapacağımı bilemedim. Öğreten olursa sizlerle elbette paylaşırım.

5 Eylül 2013 Perşembe

...
Birçok şey anlattım yine sana ve konu döndü dolaştı yine Didem Madak'a geldi. Füsun'a geldi.
Füsun da annesi Didem gibi annesiz büyüyor şimdi. Bunu düşündüm. Üzüldüm. Minik kızı bağrıma basmak istedim.

Keşke Füsun'u bana verseler, seve seve büyütürdüm.

Sahi Füsun nasıl bi' kız acaba? Bana kalırsa Didem'e benziyor. Hele ki gülmesi...

Füsun demişken; ben ad olarak Füsun'u sevmezdim. Ama hani adları insanlar sevdirir yahut nefret ettirir ya; Füsun Kız'dan sonra pek sevdim bu adı. Zaten anlamı da ne hoş. Efsun'dan geliyor.

eFSuN - FüSuN

Didem demişken;
Sesini çok merak ediyorum. Gerçi kulağımda bir ses çınlıyor Didem gelince gözümün önüne.
Kim bilir; belki de çınlayan sen onundur gerçekten.

Bir de bence Didem'in nefesi sigara kokuyor. Bana öyle geldi.

...

Anmak

Neden bu kadar erken
Neden bu kadar genç ve güzelken gittin Didem Madak?
Ne güzel de gülüyorsun!
Ölüme hiç yakışmıyor gülüşün?
Yapma be kadın! 
Yapma… 
Kalk hadi
Kocaman, pembe pembe gülümse…
Hiç yakıştı mı ölmek yüzüne?




Ruhun şâd olsun ey kadın!

Seni hiç unutmayacağız.
Yattığın yerde mutlu uyu,
seni hep pembe gülümsemenle hatırlamak isteriz çünkü!

 Ölmek hiç yakışmadı sana!

 

Ve bir dilek:
Tanrı’m n’olur, güzel gülen kadınları öldürme,
alma yanına; hele anne olanlarına hiç dokunma!

 

Geceninsonunayolculuk’a Didem’i bana verdiği için minnettarlığımı bildirmeyi
bir borç bilirim!

 

Yitmek

Didem Madak.
Çok sevdim ben onu.
Gülüşüyle başladı her şey.
Bi’ adam getirdi onu bana.
Sonra öldü Didem Madak.
İnanmadım.
Gençti.
Niçin?
Ölmek için erkendi de ondan.
Toprak oldu.
Yitti.
Geriye bir küçük kız
bir de içimi burkan bir kaç satır…
Gitmeseydi...

Neden?

Didem Madak neden öldü?
Oysa ne güzel gülüyordu.
Bebeği vardı oysa üç yaşında…
Anlatacak çok şeyi vardı…
Su bebek neden öldü?
Babası öyle çok istiyordu ki onu!
İçinde taşıyan kadın kıydı ona!
Daha mercimek kadardı oysa…
Ne güzel bi kız olurdu…
Bembeyaz…
Kadın kıydı, anne olamadı ama;
Adam ağladı ardından bir de ad verdi ona. Su dedi.
Adam çoktan dünyanın en harika babası!
Su bebek doğabilseydi
Didem Madak’ın bebeği Füsun’la bir olacaktı… İ
ki ayrı hikâye…
Birinde bebek ölüyor birinde anne!
Sevgili Didem Madak ve Su Bebek, sizlere ağlıyorum bu gece…
Keşke siz değil de ben…

17 Temmuz 2013 Çarşamba

=Delirmek Üzerine=


Delirdim ben. Paramparça oldum. Hepsi mutsuzluktandı elbet. Peki mutsuzluk nedendi? Bir sürü bahanevari neden vardı elbet. Ama asıl neydi? Bilmiyorum. Bir sürü var. Belki hiç yok. Saat üç gibi… Teoman olsa deniz donmuş derdi…
 
Delirdim ben. Kırmızı bi’ … oldum. Mutsuzdum, soyundum. Mutsuzluktandı elbet. Âşıktım dedim; yalandı oysa. Arzuluyordum. Hepsi bu.
 
Delirdim ben. Ağladım. Ağlak masallar sığdırdım kâğıtlara. İnsanlar sevmedi beni. Aksini yaptım.
Delirdim ben. Güldüm bir güzel. Yalan söyledim. Paramparça oldum. Aşağı atıp, paramparça ettiğim bardağa benzedim. Saçlarımı kestim, uyudum.
 
Delirdim ben. Öpüşmek istedim. Juno’yu mesela. Dolgun dudaklar istedim, sarılmak… Sustum. Mutsuzdum. Hiç olmayacak bi’ adam sevdim yine. Yine mahvettim kendimi. Alêm güldü halime…
 
Midreled neb… Okumak istedim de okuyamadım. Tahammülsüzdüm çünkü. Eksik…
 
Delir… Yazmak istedim de yok… Bu gece hariç… Dahildir tüm geceler…
 
Meraklısı bilsin ki;
 
Uyku Adamı’na âşık değilim. Lâkin çok severim kendisini. Âşık değilim ama arzularım. Eğer ki ölürsem ‘dudaklarını’ öpmeden; gözüm açık gider. Galiba öyle de olacak…
 
Uyku Adamı’na…
Kelâmlarını severim senin.
Sermestkeşlik makamımdır benim.
Tek mürekkep damlan için ölebilirim.
Nâzım’ınaşkıgerek de diyor ya;
Sen benim için hayranlıksın, saygısın, ihtiyaçsın…
Hayat ki; sanki dudaklarında
Ah bir kere ihtimâl dahilinde olsa ya öpüşmemiz!
Öpüşme uykusu uyuma ihtimali…
Derdim içime almak değil seni.
Koynuna girmek, oraya sığınmak
Kokunla şifâ bulmak…
Sana uyanmak…
En çok merakımda olansa;
Kokun elbet,
Bağrın elbet,
Sesin elbet…
Dökülür mü ki bir gün
Dudaklarından
Adım..
Kedidirokedi diyor ya;
Aşk değil bu
Düpedüz arzu…
 
Buluşmak dileğiyle!
 
Delirdim ben…
Sevin beni.