‘Close your eyes and I’ll kiss you…’
İşte yine bir sabah, bu sefer dağılmamışız. Dün gece güzeldi. Bir saniye (o olsa ‘just a minute’ derdi) durup dinleyin önce…
‘’Tomorrow I’ll miss you
Remember I’ll always be true
And then while I’m away
I’ll write home every day.
And I’ll send all my loving to you’’
Bütün gece ‘All My Loving’i söyledik durup dinlenmeden. Sesimin kısıklığı bundan… Yalnız değildik, dostlarımızla… A! Duvardaki resim mi? Onu Freja çizdi Dün gece hediye etti… Tamam, taamam gözlerindeki bu soran bakışları söndürmeliyim sanırım. Dün gece yani tüm gece ‘My Photograph Man’le birlikte Fri ve Johanne’ın evindeydik. Ben, M.P.M.,Dadash,Soy,Fri, Johanne ve diğerleri işte. Johanne Fri’nin sevgilisi ve onlar Hippie… Heey! Hippieler büyülü insanlardır bebek ve çok özellerdir. Bana öyle bakma. Her neyse. Şu yerdeki uzun turuncu eteğimi giymiştim ve onun üzerine, şuan üzerinde oturduğun mor t-shirt’ü… M.P.M. bunu çok sever Tanrı’ya şükür şu an burada değil. Her halde sigara almaya çıktı, belki de ani bir ilham sonucu sokaklarda. Bunu bilemem. Ben sana dün geceyi anlatıyordum. Şuradan başlamalı, evden! Evet.
Evleri çok küçük ama harika Adımımı attığımda dikkatimi celbeden ilk şey duvarlardaki resimlerdi. ( Fotoğraflardan söz etmiyorum, resimlerden söz ediyorum.) Öyle çoklardı ki!
-Fri! Who has drawn these pictures?
-Ovv, me! Do you like?
-Ahh, yeah. It’s fantastic…
Evde tanımlanamaz bir koku hakimdi. Biraz baharatlı sanki tatlı ve bi’şeyler anlatmaya çabalasa da gizemli… Tanımlanamaz bir koku ancak böyle tanımlanır sanırım. Resimlerle kaplı bir koridordan geçip gözlerimi yaşartacak kadar muhteşem hayat odasına giderken aklımdan yığınla şey geldi geçti. Hayat Odasının tavanında bir sürü rüzgar çanı vardı. Evet sadece tek bir koltuk ve birkaç minderden ibaret olsa da eşyaları, gerçekten harikaydı her şey.
Fri ve Jo gerçekten harika ev sahipleri. Nazik bir şekilde bizi kapıda karşıladılar, onlar için bir uğur tılsımı hazırlamıştım, gerçekten derin bir mutlulukla kabul ettiler. Fri bizim için hazırladığı ‘Ylang Ylang’ çayını sundu bize. İçinde kaybolabilirdim. Kokusu ve dumanıyla adeta beni içine istiyordu. Çayın da yardımıyla herkes kendi dünyasına doğru yola çıktı, adeta bir trans haliydi. Sanırım sadece ben yalnız değildim. M.P.M. elimi tutuyordu.
Sessizlikten sıkılmış olmalı ki, Jo:
-Now, I’ll play my guitar and you’ll sing a song. Ok? Dedi.
Ah, Tanrı’m! Müzik, beni en derin uykularımdan arındırabilecek nadir şeylerden biri. Damarlarımda akan kan gibi! İşte bu yüzden bir çırpıda herkesi yerlerinde kaldırıp masanın etrafına topladım. Jo, tam masanın başında oturuyordu, kucağında gitarı ve Fri onun yanında pan flute çalıyordu. M.P.M.’in yanında oturuyordum – elleriyle sıkıca belimi kavramıştı- ve yanımda Soy oturuyordu. Böylece ben M.P.M. ile Soy’un arasında kalıyordum. Fri ile daimi bir göz temasımız vardı. Biralar geldikten sonra müzik başladı. Her yerde dumanlar vardı dün gece…
Saatlerce ‘’All My Loving’ saatlerce Beatles! Gece nasıl bitti hatırlamıyorum. Çok flu I’ve just Seen A face’ten sonrası. Hatırladığım en net şey Fri’nin bana resimlerinde birini verişi. Bir kadın portesi işte tam da duvardaki… Patti diyorum ona. Ve son hissettiğim şeyse – söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama- sadece neyse…
O kadar sarhoş muşum ki, M.P.M. beni kucağında getirmiş. Beni yatırıp üzerimdekileri çıkarmış ve bana en sevdiği GECELİĞİMİ giydirmiş! Üstümdeki geceliği çok sever, zaten o almıştı. Ama sorun şu ki ben gecelik sevmem Uyurken ayağıma dolanır! Bu kadar şikayet yeter Ama en azından keşke eteğimi yere… Neyse, kapı! Sanırım gelen…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder