Bi fotoğrafçıyla beraber yaşamanın en zor yanlarından biri her an fotoğrafınızın çekilme tehlikesidir.
Tıpkı dün gece yaşadığımız şeyler defalarca tekrarlanır. Yaşanan neydi? Taş duvarlarımızda Mira yankılanıyordu. Duvarlara ‘Nirvana’nın dumanları siniyordu ve bizi mumlar aydınlatıyordu. Deli gibi içtiğimiz, birbirimize karıştığımız o gecenin sabahında – saat 06.30 olmalı- bulutlu bir sabahı uykusuzca gözümüzü kırpmadan karşılıyorduk. Sigarası her zaman ki gibi elindeydi, tuvalimi renklendirmeye çabalarken onun bakışlarını fazlaca hissediyordum üzerimde. Yerinden doğruldu, görmedim, duydum, kokusundan bildim… Şimdi yere uzanmış ‘Canon’ marka fotoğraf makinesini alıyor olmalıydı. Kendinden emin ve utanmaz adımlarıyla yaklaşıyordu, kokusu yakınlarda belirdi, ürperdim... Çıplak ayaklarının taş zemine değdiğinde verdiği hissi tahmin edebiliyordum. Ellerini belime doladı, boynumdan bi öpücük aldı. Tüm bunlar birazdan gerçekleştireceği eylem öncesinde ön bir özürdü… Onu öptüm, ağzında hala içki tadı vardı… Kendinden geriye doğru itti beni, Tanrım! İşte başlıyorduk…
Silahını kurbanına doğrultan bir katil gibi vahşi ve bir o kadar da çekici bakışlarla makineyi kaldırdı.
-Kötü adam, bunu sakın yapma! Demeye çalışırken bir yandan da kendimi saklıyordum.
-Bebek, inatlaşmayı keser misin? Dedi. Sinirlendirmişti… Sinirlendiğimde yüzümde beliren ifadeyi adı gibi bilirdi… Şimdi ellerim belimde suratım zehir, karşısında yarı çıplak dikiliyordum.
-Şşşşt sakın bozma, böyle harika )))… dedi bir- iki- üç… Çektin beni… Sonra ne mi oldu!? Sonra bana bizzat kendisi daha yakından baktı… Üstümüz başımız yaramaz bir portreye döndü. Kötü Adam!..
Her şey yeniden dinginliğe kavuştuğunda hava aydınlanmış, yağmur başlamış, rüzgar mumlarımızı söndürmüştü. Çıplak göğsünde tükenmiş bir halde yatarken gözlerim uzaklardaydı. Beatles- Strawberry Fields Forever çınlıyordu odada… Kendimi kaybetmek ve adeta şarkının notalarından biri olabilmeyi arzuluyordum. Elleri saçlarımda dolaşıyordu, her şeye rağmen- yani arada birkaç an öncesinde olduğu gibi uyuzlukları olsa da ve ne kadar delirtse de, onu bazen ne kadar hırpalasam da- bu adam seviyordu beni sanırım…
Güneşli günlerde evin geneliyle tezat uyandıran tahta zeminli balkonda yere serilip okumayı severim. Güneş bembeyaz bacaklarımı ısıtır ve gözlerimi alır. Genelde bu anlarda kahve yerine milkshake tercih ederim. Evet, evet ‘süt sallaması’ demek hoşuma gidiyor. Ağzımda soğuk çilekli milkshake tadı gezinirken, kulaklarımda Strawberry Fields Forever uyur… Milkshake içerken onu öpmeyi severim… Tıpkı onun bana bazen Julia ya da belki Michelle hatta Anna demeyi sevdiği gibi…
Julia, seashell eyes, windy smile, calls me
So I sing a song of love, Julia
Her hair of floating sky is shimmering, glimmering
In the sun
Julia… Julia… Juuuuuliiiiaa…
Eğer bir fotoğrafçıyla beraber yaşıyorsanız, onu yatağınızda başka bi kadınla yakalamaya alışmalısınız… ‘Sen manyaksın!’ demeden önce dinleyin… Yani aslında söyleyecek Bir şeyim yok.
Bazen ukalalıklar yapar. Her şeyi bir kenara itip yazarken ben, aniden gelir ve oturur masamın üzerine…
-Bebek, benim için ne yazıyorsun derken, bir yandan elleri elbisemde çözebileceği bir şeyler arar… Bazen havuçlarımı onunla paylaşırım, elmasında ısırmama izin verir… Çoğu geceler başka başka kadınlara sahip olur. Hiç birini umursamaz… Bana pek bişey anlatmaz. Bense deli gibi anlatırım ona, başkalarına sustuğum kadarını ona anlatırım. Bazen dinlemekten yorulur, dudaklarıyla susturur beni. Ben sadece başkalarına anlatmaktan yorulurum. –Ha sahibenim için bir başkası var mı?- Yalnızlığımı onun hücrelerine bırakmışlığım vardır…
‘’Bisiklete binmeyi bilmememin nedeni düşmekten korkmamdır…’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder