23 Haziran 2012 Cumartesi

=Temmuzvari Adam'ın Bıyıkları=

Kara gözlerini tabağından kaldırdı Temmuzvari Adam.. Tadı yoktu kahvenin bile, neden diye    sormadı, sorgulamadı, yanıtı bildiğinden... Olmuyordu eli değmezse Türkân Hanım'ı kahveye, olmuyordu işte.

Zor da olsa yerinden kalkma meceli buldu ayaklarında, en çok ruhuna gerekti ya mecal, yaşamaya, neyse... Anneannesinden kalma yaşlı aynaya doğru yürüdü. Yüzünü inceledi, yüzünden ruh tahlilleri yaptı. Yine kahve kokusu sinmişti bıyıklarına, tadı olmayan kahvenin kokusu bıyıklarına yuva kurmuştu sanki...
Kesmemeye ant içmişti onları, onlar en büyük yadigârdı ona... Kahve kokulu bıyıkları... Yanağına bir damla yaş süzüldü. O vakit arkasını döndü, balkona çıktı. Evvela sigarasını sardı, boş verdi kahveyi filan... Dert ortağı rakısıydı. Hayattan kocaman bir nefes çeker gibi iliklerine çekti sigarasını, rakı beyazı deniz mavisine bulaştığında...

Şehrin ışıkları birer birer yandı güneş çekildiğinde sahneden. Yaz gecesi sesleriyle doldu her yer. Önce Ağustos Böcekleri başladı, ardından yıldızlara karışan gölgeler. Temmuzvari Adam'ın bıyıklarındaki tatsız kahve kokusu gönülsüzce yerini rakıya terk etti.

Bir oldu iki oldu bak beş oldu derken Temmuzvari Adam ne kadar bitse de, rakının sonu bir türlü gelmek bilmedi. Her ne kadar rakıdan birçok şey arta kalsa daönce başı düştü Temmuzvari Adam'ın - acıdan mıdır rakıdan mıdır bilinmez.- Sonra gövdesi... Tatlı bir uykudur aldı yürüdü... Ve Türkân Hanım uykunun içinde belirdi, uykular bundan tatlıydı ya ve inadına fark ettirmeden bilerek... Rakıdan filan değil sebepli... Rakı günâh keçisi, öylesine...
Türkân Hanım'ın elinde birkaç kadeh rakı, teker teker bilerek isteyerek yere düşürdüğü... Şimdi bıyıklarda daha da bir rakı...

Her şey sustu da geriye yalnızca iki suskun ağız kaldılar. Karşıdan karşıya... Derken Türkân Hanım'ın elleri geldi, bıyıklarına dokundu Temmuzvari Adam'ın  çünkü en çok onları sevmişti.ve inadına en çok onları kaybetmişti, bırakmıştı geride... Büyük bir gürültü koptu, yalnızca ikisi duydu. Uyanık uyku son buldu...

Temmuzvari Adam içeri girdi, tahammül edemediğinden midir balkonunun altındaki insanlara bilinmez ama girdi işte... Masa öylece kaldı, alışkındı.... Kitaplıktan en sevdiği kitabı aldı, ortanın sonlarında bir sayfa açtı, asla rastgele olmayan. İhtiyacı olan, ilacı saydığı bir tutam saç oradaydı. Türkân Hanım'ın gün batımı turuncusu saçları... Çok uzaklardan gönderdiği... Dokundu, koklamasa da biliyordu hâlâ ve hâlâ inadına ilk günkü gibi koktuklarını. Minik bir öpücük kondurup kitabı yerine bıraktı. İşte o an Nâzım'dan bir şiir düştü aklına... Gözlüklerini takıp yazmaya başladı yıllanmış defterine...



Sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
sende, ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
sende uzaklığı,






sende, ben, imkânsızlığı seviyorum.






Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
ve kan ter içinde, aç ve öfkeli
ve bir avcı iştihasıyla etini dişlemek senin.





Sende, beni imkânsızlığı seviyorum,
fakat asla ümitsizliği değil...
                                                      1948


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder