8 Aralık 2012 Cumartesi

=Saza=


Uyandım.

Saat üçü yirmi yedi geçiyordu.  Gecenin sabaha yakın olduğu kadar

Uzak olduğun bir vakitti içinde bulunduğum an. Yanımda Saza uyuyordu. Düzenli bir şekilde nefes alıyordu.

Saza, benim sevgilim. Kırk yıl boyunca uyuduk biz. Uyandığımızda hiçbir şey aynı değildi. Sanki daha bir mutsuzduk. Ama çürüttüğümüz ‘bugün’ü hiç olmadığımız kadar mutlu geçirdik. Her şey tam olarak şöyleydi aslında:

‘’Adı sanı bilinmeyen bu şehirde geçmişti çocukluğum, ömrümün yirmi dört yılı. Ve şimdi tam on yıl önce terk ettiğim bu şehre Saza’yla yeniden geldim. Kalmaya değil de, şöyle bir yoklamaya… Bütün gün, artık bana epey yabancı gelen sokaklarda dolaştık. İçimde izi kalan kanıksanmış kokuları ruhuma çektim yeniden. Ara sokaklar, dar sokaklar, karanlıklarda el ele yürüdük Saza’yla. Sokaklar öyle bir yere çekti ki bizi!

Tam karşımda, bana bakıyordu o heybetli ‘Köşk’. Bir zamanlar restorandı. Şimdiyse terk edilmiş, kimine göre köhne, bana göreyse harikulâde bir köşk… Eskiden ne çok severdim burasını. Öyle büyülü bir yerdi ki! Şimdiyse terk edilmişti. Gözlerim doldu. Eminim o da ağladı. Yani köşk… O güzelim demiz kapıya kilit vurulmuş, bir de gelişi güzel ‘kiralık’ yazılmıştı. Parmaklıklara dayandım, içerisi şimdi daha da büyülü geldi. Çocukluk düşlerim uyandı. Saza arkamda seğirtti. Yarım yamalak Türkçesiyle neler olduğunu sorduysa da yanıt vermeye takatim yoktu. Elinden tutup kendimle sürükledim onu. İçimde umutla dolaştım duvarları. Açık bir kapı vardı elbet. Öyle umuyor olsam da lanet olası kapıların hepsinde de koca koca kilitler asılıydı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder