‘’Kayık tuttuysam,
kayıkçısı da vardır hani. Hem de öyle hoş ki!
Bak böyle kıvır kıvır, kırlaşmış saçları var. Dudağının
üstünde bıyığı ve ağzından hiç düşürmediği piposu, sol kulağında bir küpe…
Aynı zamanda şair ve rahip bu kayıkçı…’’
Uzaklara, denize doğru bakarak anlattı Aylin. Cümlesini
bitirdi, iki parmağının arasında tuttuğu sigarasından derin bir nefes aldı ve
dumanı verirken gözlerini kapattı.
O güne gittiği belliydi aklının. Yüzünün her bir parçasıyla
o günü yeniden yaşadı. Gözlerini açtı ve sanki elinde duran bin dokuz yüz kırk
sekiz basımı, kırık dökük kitaptan okur gibi anlatmaya başladı.
‘’Moda yaza hazırlanıyordu. Her yer cıvıl cıvıl, hele
akşamlar ayrı bir senfoni… Herkesin içinde bir gitme arzusu… Herkes denize
açılmayı, adalara kaçmayı arzuluyor. Lâkin herkes görünmeyen iplerle sıkı
sıkıya bağlı İstanbul’a. Kimse bir yere gidemiyordu.
Bir gece Vlad’la telefonda konuşurken, ada arzusunu açtı
bana. Laf olsun diyeydi işte. Oysa ben laf olsunları sevmezdim. Kalkıp
gidilmeliydi. Hem de derhâl. ‘Kalk.’ Dedim.
-Ne duruyorsun vre? Hazırlan. Almaya geleceğim seni.
Önce dalga geçtiğimi sandı. Bir iki itirâz etti, ciddiyetimi
anlayınca. Lâkin bendeki, rahmetli babamdan aldığım rum inandını adı gibi
bilirdi. Boyun eğdi. Sirkeci’ de buluşmak üzere sözleştik. Saat gecenin on iki
buçuğu idi.
Ondan önce varmalıydım Sirkeci’ye. Babamın eski dostu
Kayıkçı Nino’yu bulmaya…
Onu bulmam pek de zor olmadı. Çocukken onu bıraktığım
yerdeydi o eski dost. Baba yadigârı, benim biricik Nino’m…
Not: Tamamlanmak üzere yarım bırakılmış bi' hikâyedir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder